EDVARD MUNCH VE ÇIĞLIK TABLOSUNUN GİZEMİ

”Hayatındaki endişelerinin sanatına yansıması”

Psikoloji birçok sanat dalı ile iletişim ve etkileşim içerisindedir. Bu etkileşimin sebebi sanatın insan doğasının bir yansıması olmasıdır. Tarih boyunca birçok sanatçı gerek yaptığı müzikler ile gerekse tablolar ile hayatlarından izleri aktarır.  Bazen bir müzisyen yazdığı bir eserdeki notalar ile birçok acısını paylaşmış olur. Müziğin tonundaki yükselmeler ile sesini duyurmaya çalışır. Kimi zaman ise bir ressam yansıttığı renkler ile hayatının tekdüzeliğini haykırır. Resim yapmak, Pablo Picasso’nun da ifade ettiği gibi günlük tutmanın bir diğer yoludur. Resim kelimeleri olmayan bir şiirdir ve amacı ruhunuzu gündelik hayatın tozundan temizlemektir.

Edvard Munch yaptığı Çığlık tablosu ile yıllar boyunca insanların kendilerinde bir parça bulabileceği bir eser meydana getirmiştir. Tablo ile varlığın dış dünyasından ziyade iç dünyasındaki karanlık yönüne odaklanırız. Gerek renklerin bizlere ifade ettiği kelimeler, gerekse insan figürünün bedenindeki yansımalar Edvard Munch’un yaşamına ayna tutar niteliktedir.

Ünlü ressam genç yaşta annesi, babası ve erkek kardeşini kaybetmesinin yanı sıra 14 yaşında tüberküloza yakalanır. Aynı zamanda bir kız kardeşine psikiyatrik tanı koyulmuştur. Ailesinin sürekli olarak hastalıkla boğuştuğuna şahit olması ve dönemin zorlu şartları ile yoğun bir mücadele etmiştir. Bu zorlu yaşam koşulları kendisinde ister istemez bir takım psikolojik izler bırakmıştır. Şiddetli anksiyete nöbetleri, insanlardan ve toplumdan kaçma olarak tanımlanan sosyofobi, aşırı alkol tüketimi, alkol tüketimine bağlı olarak gelişen halüsinasyon, paronayak düşünce ve davranışlar sonucunda hastaneye yatarak belli bir süre tedavi görmüştür.

Ünlü ressam tablosunda sarı, kırmızı ve turuncuya bürünmüş gökyüzünün altında, köprünün ortasında duran hem kadına hem de erkeğe benzeyen bir insan figürünü yansıtmıştır.  Bu insan figürü iki elini kafasına uzatıyor. Gözleri fal taşı gibi açılmış, kan donduran bir çığlık patlatıyor.  Resmin arkasındaki iki kişinin sakinliği ve uzaktaki gemi normallik işareti taşısa da diğer her şeyde korku havasının çok fazla hakim olduğu görülüyor. Ressam eserindeki bu tasvir ve betimlemeler ile hayatında yaşadığı endişe ve yalnızlığını bizlere aktarıyor.  Bazı sanatçılar ise resimdeki insan figürünün bir akıl hastanesine baktığını ileri sürüyor. Bu akıl hastanesi ise Edvard Munch’un kardeşinin bulunduğu akıl hastanesidir. Aile içindeki ruhsal dünyanın bireyin psikolojik doğası üzerindeki etkilerini bir kez daha görmüş oluyoruz.

Ressam eserindeki esin kaynağını günlüğüne yazdığı şu ifadeler ile anlatıyor:  ‘’İki arkadaşımla yolda yürüyorduk. Güneş battı. Bir melankoli dalgasına kapıldım. Birden gökyüzü kıpkızıl bir renk aldı. Durup parmaklıklara yaslandım. Alev alev gökyüzü mavi fiyordun ve şehrin üzerinde kan ve kılıç gibi sarkıyordu. Arkadaşlarım yoluna devam etti. Ben ise öylece duruyor ve doğada sonsuz bir çığlığı hissediyordum sanki.’’

Ressamın günlüğüne eserindeki ilham kaynağı ile ilgili yazdığı ifadelerde de gördüğümüz üzere hayatındaki endişelerin yoğunluğu adeta bir çığlık gibi haykırıyor. Esere varoluşçu yaklaşım ile baktığımız zaman Edvard Munch’un çocukluğundan itibaren ölüm gerçeği ile iç içe olması kendisinde birçok endişeyi beraberinde getiriyor. Varoluşçu yaklaşıma göre kişi ölüm beklentisine sahip olduğunda hayatın yaşamaya değer olup olmadığını sorgulamaya başlar. Bu ölüm düşüncesi beraberinde hayatta kalma kaygısını getirir. Bu da bizlere Edvard Munch’un ölüm gerçeğini fark ettiğini ve hayatta kalma üzerine endişeler yaşadığını düşündürüyor.

Psikolojik Danışman Kader Ay

KAYNAKÇA

Dilek Gençtanırım-Kurt , Evrim Çetinkaya- Yıldız. (2018). Kişilik kuramları. Pegem Akademi Yayıncılık, Ankara.

Ingles, E. (2015). Munch. Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. (Çeviren:Mine Haydaroğlu)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu